25 Eylül 2017 Pazartesi

Taşı dinlemek: Noguchi müzesi




Bugün Queens'deki Noguchi Müzesi'ndeyiz. Heykelden, mimariden ya da Japon sanatından keyif alıyorsanız bu gezimiz size çok şey sunacak. Müze 20. yüzyılın en önemli heykeltıraşlarından biri olan Isamu Noguchi tarafindan 1985 yılında, hayatı boyunca yaptığı işleri temsil etmesi amacıyla kurulmuş. Müzenin açılışı Noguchi'nin vefatından 3 yıl öncesine tekabül ediyor.

Amerikalı edebiyatçı Leonie Gilmour ve Japon şair Yonejiro Noguchi'nin oğlu olan Isamu, 17 Kasım 1904'de Los Angeles'de doğmuş. Babası Jonejiro kısa bir süre sonra annesi ve Isamu'yu terk edince, annesi küçük Isamu'yu alıp Tokyo'ya taşınmış. Ne var ki, Tokyo'da bir tapınakta münzevi hayatı yaşayan baba Yone, oğlu Isamu'yla hiç bir zaman ilgilenmemiş ve anne-oğul, İsamu 10 yaşındayken Tokyo'dan ayrılıp Omori ve Chigasaki'ye taşınmışlar. Isamu yeni evleri için marangozluk işleri yaparken, sanat hayatının ilk tohumlarını atmış. Daha iyi bir eğitim için Amerika'ya dönen Isamu, okul hayatı boyunca sanatla ilgili yeteneklerini geliştirip ünlü heykeltıraşlardan eğitimler almış.



Japonya-Amerika savaşıdan çok etkilenen Noguchi bu dönemden sonra sanatında politik bir duruşu benimsemiş. Savaştan sonra bir dönem Japonya'da yaşayan Noguchi, hem Japon sanatından çok şey öğrenmiş, hem de burada pek çok eser vermiş. Noguchi, sanat hayatı boyunca farklı disiplinlerden sanatçılarla beraber çalışmış. Arkadaşı dansçı Martha Graham için sahne tasarlamış, bir başka sanatçı arkadaşı Edison Price'ın yardımıyla, devasa boyutlardaki metallerin nasıl kesildiğini öğrenmiş, ünlü mimar Louis Kahn ile beraber Japonya ve Amerika'nın farklı bölgelerinde çocuk parkları dizayn etmiş, mobilya tasarımcılarıyla beraber çalışıp mobilyalar tasarlamış ve Japonya'daki geleneksel bir kağıt feneri ustasıyla beraber de Akari Lambalarını yapmış.

Noguchi altmışlarda dönemin sanatçılarının büyük bir çoğunluğu Greenwich bölgesine taşınırken atölyesini Long Island City'e taşıma kararı almış. Burada satın aldığı 2.200 m2 genişliğindeki iki katlı endüstriyel binayı atölyeye dönüştürmüş. Bu sayede ihtiyaç duyduğu soyutlanmayı, atölyenin yanıbaşında yer alan mermer fabrikası sayesinde, heykellerinde kullanacağı taşları ve civardaki metal isçilerinden yine heykellerinde kullanacağı materyalleri temin etme şansını bulmuş.



Atölyenin denize yakın bir noktada konumlanması aynı zamanda Noguchi'nin işlerinin veya materyallerinin deniz yoluyla taşınabilmesine de imkan vermiş.1960'larda taşındığı Long Island City'deki yeni atölyesini, 1980'den sonra müzeye dönüştürmek için çalışmaya başlamış ve Japon-Amerikan mimar Shoji Sadao ile beraber çok etkileyici bir mekan yaratmış. Müzenin bir penceresinden Noguchi'nin hayattayken yaşadığı evi görüyoruz, diğer penceresinden ise bugün Costco görünse de bundan seneler evvel deniz görünüyor ve bu sayede bina denizin üzerinde yüzüyor hissi veriyormuş.

Her bir detayı incelikle örülmüş olan bu yerde, mekanla ve heykelle bütünleşebilirsiniz. Bu deneyime, müzenin bahçesi de katılabilir ve size dinlendiren, huzurlu bir sanat tecrübesi yaşatabilir. Noguchi'nin küllerinin yarısı da bu bahçede bir heykelin içinde yer alıyor, diğer yarısı ise Japonya'daki Noguchi müzesinde. Hayatı boyunca bir yarısı Amerika'da, bir yarısı Japonya'da kalan Noguchi ölümünden sonra da külleriyle de bu ikili hikayeyi sürdürmüş.



Vefatının ardından Noguchi araştırmaları merkezi olarak da işlev gören Noguchi müzesi, Noguchi'nin eserleriyle beraber pek çok farklı heykel sanatçısının sergisine de ev sahipliği yapıyor. Her yaştan insan için çeşitli eğitimlerin, atölye çalışmalarının da gerçekleştiği müzede konserler ve dans gösterileri de sahneleniyor.

Müzede Noguchi tasarımı Akari lambaların ve mobilyaların satışa sunulduğu bir müze dükkanı da bulunuyor.

Her ayın ilk Cuması ücretsiz olarak ziyaret edebileceğiniz Noguchi Müzesinin giriş ücreti 10$. Ziyaretinizinoguchi.org daki bilgileri kontrol ederek planlayabilirsiniz.

Noguchi müzesi, Queens bölgesinin sanatçılar için bir cazibe merkezi haline gelmesine de öncülük etmiş. Socrates heykel müzesi, Sculpture Center, Moma PS1 ve Museum of Moving Images bu bölgedeki müzelerden.

Buraya kadar gelmişken caddenin karşısındaki Socrates heykel müzesini de ziyaret edebilirsiniz.

Not: Noguchi'nin çocukluğu ve gençliğini, annesi ile babası arasındaki ilginç ilişkiyi anlatan bir film izlemek isterseniz Leonie filmine bir bakabilirsiniz:

http://www.imdb.com/title/tt1426328/
* Biyografi yazarı Hayden Herrera'nın Noguchi'nin hayatını anlatan kitabı:

https://www.amazon.com/Listening-Stone-Life-Isamu-Noguchi/dp/0374535981

New York'taki Viyana: Neue Galerie

New York'taki Viyana: Neue Galerie



New York'un en güzel yanlarından biri, farklı kültürlerle karşılaşmaya imkan sağlaması. Bugün de şehrin bize sağladığı bu imkanı Avusturya ve Alman sanatından yana kullanacak ve Neue Galerie'yi ziyaret edeceğiz. Ben bu müzeyi özellikle Klimt tabloları ve kafeleri için çok seviyorum.
Neue Galerie, Yıllarca Modern Alman ve Avusturya sanatına olan hayranlıklarını paylaşan iki arkadaş Sabarsky ve Lauder, bu eserlerin sergilenebileceği bir müze açmayı hayal ediyormuş. Sanat komisyoncusu ve sergi organizatörü Serge Sabarsky'nin vefatı üzerine, hayırsever ve sanat koleksiyoncusu Ronald S. Lauder beraber kurdukları bu hayali gerçeğe dönüştürmüş. Neue Galerie, işte bu 30 yıllık arkadaşlığın ve beraber kurulan hayallerin ürünü.
Müze, "Yeni Galeri" anlamına gelen ismini, 1923'de Viyana'da kurulmuş olan Neue Galerie müzesinden almış. Fifth Avenue (5. Cadde) 86. sokak, 1048'de yer alan müze binası, New York Halk Kütüphanesinin de mimarları olan Carrère & Hastings tarafından 1914 yılında inşa edilmiş.

 
Erken 20. yüzyıl Alman ve Avusturya sanat ve tasarımının sergilendiği iki sergi katından oluşan müze, Avusturya sanatını, 1900'ler Viyana koleksiyonu, Gustav Klimt, Egon Schiele, Oskar Kokoschka, Richard Gerstl ve Alfred Kubin'in eserlerini ve Josef Hoffmann, Adolf Loos, Joseph Urban, Otto Wagner'in tasarımlarını ihtiva ediyor.
Alman sanatı koleksiyonu ise, Vasily Kandinsky, Paul Klee, August Macke, Franz Marc, Gabriele Münter, Hermann Max Pechstein, Karl Schmidt-Rottluff'un, Lyonel Feininger, Paul Klee, László Moholy-Nagy ve Oskar Schlemmer'in eserlerini barındırıyor.
Galerideki Avusturya sanat koleksiyonunu online olarak görmek için:
Alman sanat koleksiyonunu online olarak görmek için:
Ayrıca müzeyi ziyaret ederken size eşlik edebilecek sesli bir tur rehberi de bulunuyor, rehberi iTunes veya Google Play ile ücretsiz olarak indirip dinleyebiliyorsunuz:
Klimt ve Viyana'nın Altın Çağındaki Kadınlar, 1900-1918

 
Merkez galeride "Klimt ve Viyana'nın Altın Çağındaki Kadınlar, 1900-1918" sergisini, Klimt tarafından resmedilmiş, Adele Bloch-Bauer (1907 ve 1912) Gertha Loew (1902), Elisabeth Lederer (1914-15) ve Ria Munk'a (1917) ait oldukça etkileyici portreleri bulabilirsiniz. Sergide yer alan Adele Bloch Bauer'in portreleri sadece estetik açıdan değil, tarihi şahitlik ve hukuki mücadele süreciyle de önem taşıyor. Portrenin macerası, Woman in Gold (2015) isimli filmde detaylıca işleniyor. Klimt'in resmettiği Adele Bloch-Bauer tablolarının Nazi işgaliyle ele geçirilmesinin ardından portrelerden biri "Woman in Gold" ismiyle sergilenmiş, Savaşın bitmesinden yaklaşık yarım asır sonra, Avusturya'nın, 1998'de bazı eserleri sahiplerine iade yolunu açmasının üzerine, portrenin hukuken sahibi olan, Bloch-Bauer'in yeğeni Maria Altmann, bu hukuki süreci başlatmış. Oldukça sancılı mahkemelerden sonra portre hukuki sahibine, oradan da Neue Galerie'ye ulaşmış.
Filmin fragmanını şuradan izleyebilirsiniz:
Müzede film gösterimleri, seminerler ve kabareler de gerçekleşiyor.
Müzenin Café Sabarsky ve Café Fledermaus isimli iki kafesi bulunuyor. Serge Sabarsky'nin adını taşıyan Café Sabarsky, büyük Viyana kafelerinden ilham almış. Josef Hoffmann tasarımı avizeler, Adolf Loos tasarımı mobilyalar, Otto Wagner tarafından kaplanmış koltuklar gibi dönemin zevkini yansıtan öğeler içeriyor. Kafede yer alan Bösendorfer marka kuyruklu piyano da müzedeki tüm kabare, oda ve klasik müzik performansları için kullanılıyor. Cafe Sabarsky'de haftada bir gerçekleşen kabare serisinde, klasik Avrupa müziği mizahi bir hikaye anlatımıyla bir arada yer alıyor.

 

Neue Galerie'nin alt katında bulunan Café Fledermaus ise, Josef Hoffmann tarafından tasarlanan masa ve sandalyeler ile dekore edilmiş ve sandalyeler Dagobert Peche tarafından tasarlanan kelebek desenli kumaş ile döşenmiş. Café Sabarsky ile aynı menüye sahip olan kafe de, Avusturya mutfağının lezzetlerini sunuyor. Her İki kafede de muhakkak, Viyana'nın meşhur Melange kahvesinden içmenizi öneririm. Tatlı için de pek çok seçenek bulunuyor, ancak eğer alkol kullanmıyorsanız menüdeki tatlıların pek çoğunun alkolle hazırlandığını söylemeliyim, o yüzden sipariş verirken dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Geçtiğimiz günlerdeki ziyaretimde, daha evvel Viyana'da tadıp tekrar yemek istediğim Sachertorte'nin alkolle hazırlandığını duyunca alkolsüz seçeneklerden birini tercih etmiştim. Müzeyi ziyaret etmediğiniz zamanlarda da tercih edebileceğiniz bu iki kafe size New York'da Avrupa'yı yaşatıyor. Eğer Avusturya mutfağıyla ilgiliyseniz, Müzede, kafenin menüsünü de içeren bir yemek kitabı satılıyor.https://shop.neuegalerie.org/products/neue-cuisine-the-elegant-tastes-of-vienna adresinden kitaba göz atabilirsiniz.
Galerinin güzel bir kitap ve tasarım dükkanı da bulunuyor. Ben müzeleri gezdikten sonra bu dükkanlarda bir müddet kalıp, herşeyi satın almak istiyor, sonra kendine gelip elimdeki sanat kitabını sakince yerine koyuyorum, onun yerine bir magnet veya çocuklar için bir boyama kitabı alarak çıkıyorum. Sanat kitaplarını daha uygun fiyatlara alabileceğiniz pek çok kitapçı var, bu da başka bir yazının konusu olsun.

 

Müzenin giriş ücreti, 20$, Öğrenciler için ise 10$ . Ayrıca müze, ayın ilk Cuması saat 6-8 arası ücretsiz ziyaret edilebiliyor. Ancak bunu kendinize yapmanızı tavsiye etmem çünkü içeri giriş için saatlerce sıra bekleyebilirsiniz, yine de ücretsiz ziyaret etmek isterseniz, bir saat öncesinden gidin ve uzun bir sıra beklemeye hazır olun. Bu arada galeri, pek çocuk dostu bir galeri değil maalesef, 12 yaş altı çocukların ziyaretine izin verilmiyor ve 12-16 yaş arasındakiler ise galeriyi bir yetişkin eşliğinde ziyaret edebiliyor.

Üniversiteden Şehir: Yale - 2

Geçtiğimiz hafta Yale gezimizin ilk durakları olan, eski kampüs, Beinecke kütüphanesi ve Sterling Anıt Kütüphanesini ziyaret etmiştik, bu hafta gezimize kaldığımız yerden devam ediyor ve Yale Center for British Art'a (İngiliz Sanat Merkezi) doğru yol alıyoruz. Bina, 20. yüzyılın en prestijli mimarlarından biri olan Louis I. Kahn tarafından tasarlanmış, mimarın vefatından sonra 1974'de tamamlanmış ve halka 1977'de açılmış. Bina inşaat halindeyken bittiğinde binanın neye benzeyeceği sorulduğunda Louis Kahn " Bulutlu bir günde bir güveye, güneşli bir günde ise bir kelebeğe benzeyecek" demiş. Şanslıyız bugün bina çok güzel güneş alıyor, bir kelebek göreceğiz. Müze mümkün olduğunca çok gün ışığı alacak şekilde tasarlanmış ve yapay aydınlatma yalnızca karanlık günlerde veya akşam saatlerinde kullanılıyor.

Binanın sanat eserini doğal ışıkta görmemize olanak sağlayan mimarisi, sanat eseriyle daha samimi bir karşılaşma imkanı sunuyor ve bu karşılaşma büyüleyici olabiliyor. Böylece, binanın mimarisi, içerdiği sanat eserlerini tüm yalınlığıyla ortaya çıkarırken, kendisi de bir sanat eseri olarak zevk veriyor. Dışı mat çelik ve yansıtıcı camdan imal edilmiş, içi ise traverten mermer, beyaz meşe, betondan yapılmış olan binanın duvarlarındaki Belçika keteni de müzenin sıcak ve samimi hissine katkı sağlıyor. İki avlu etrafında tasarlanan ve geometrik iç mekanlardan oluşan yapıdaki kütüphane avlusunda büyük beton bir silindirle gizlenmiş bir merdiven yer alıyor. Aşağı inerken bu merdiveni de görmenizi tavsiye ederim.

2000'den fazla resim ve 200'ü aşkın heykel ihtiva eden müze, İngiliz sanatının Birleşik Krallık dışındaki, en güçlü ve geniş koleksiyonu olarak biliniyor.



Bir sonraki durağımız Yale University Art Gallery (Yale Üniversitesi Sanat Galerisi). En eski üniversite sanat galerinden biri olan müze, 1832'de yurtsever sanatçı John Trumbull'un bağışladığı 100'ün üzerinde eser ile eski kampüste kurulmuş ve 1902'de yıkılmış. Bugünkü bina ise üç aşamada inşa edilmiş. Ilk bina olan Street Hall, Yale sanat okulu olarak 1866'da açılmış, Yale'in Neo-Gotik mimarisiyle uyumlu bir yapıda görünüyor, bu binaya bir köprüyle eklemlenen, eski Yale Sanat Galerisi 1926 yılında tamamlanmış. Üniversitenin sanat koleksiyonlarını ihtiva eden bu bina da Neo-Gotik bir üslupta ve Floransa mimarisine özgü öğeler ihtiva ediyor. Bu ikinci binaya bitişik olarak inşa edilen üçüncü ve son bina ise bir Louis Kahn eseri. İki neo-gotik yapıya bitişik olan bu modern yapı, eski ile yeni arasında büyük bir zerafetle geçiş yapıyor. 1953 yılında açılan bina, sanat ve mimarlık öğrencilerinin sanat ve stüdyo çalışmalarının sergi alanı olarak görev yapmış. Beton, cam ve çelik malzemeden inşa edilen bina tetrahedral tavanı ve üçgen yapıdaki merdiveni ile de ilgi topluyor.




Afrika sanatı, Asya Sanatı, İslam Sanatı, Amerikan Dekoratif Sanatları, Amerikan Resim ve Heykel Sanatları, Antik Amerika Sanatları, Antik sanatlar, Erken Avrupa Sanatı ve Modern ve Çağdaş Sanatlar, Çizimler ve fotoğraflar ihtiva eden müzede Josef Albers, Edgar Degas Marcel Duchamp, Alberto Giacometti, Jean Metzinger, Joan Miró, Piet Mondrian, Pablo Picasso,Mark Rothko, and Roy Lichtenstei ve Winslow Homer, George Bellows, John Singer Sargent, Edwin Austin Abbey, Arthur Dove, Elizabeth Goodridge, and Edward Hopper eserleri yer alıyor.



Ayrıca müzede iç ve dış mekanda olmak üzere çok güzel heykel bahçeleri bulunuyor. 


Üçüncü durağımız olan Ezra Stiles ve Morse College yurt binaları yine mimarisiyle oldukça ilgi çekici yapılar. İkiz binalar olarak kabul edilen yurt binaları ünlü mimar Eero Saarinen tarafından tasarlanmış. Sarı moloz taştan yapılmış duvarlar, uzun dikdörtgen camlar, ahşap köprüler, taş merdivenleriyle çok doğal ve sıcak bir hissi var bu alanın. Yale'in Gotik atmosferinden çıkıp kendinizi bir İtalyan kasabasında gibi hissedebilirsiniz.

Yale'in genel mimarisinden çok farklı bir tarzda görünüyor, fakat bu tezat hiç yormuyor, bilakis oldukça ahenkli duruyor. Duvarlarla çevrili olan yurt avluları, bahçedeki hamak ve banklarla sadece görsel olarak bile dinlendiriyor. Yale tarihinde tek kişilik yurt odalarıyla büyük bir çığır açmış olan yurt binaları, ev hissine yakın bir duygu veriyor, bu anlamda mimarideki malzeme tercihi, kapalı avlu, bahçedeki hamak vs. "ev" dinlendiriciliği ve sükunetine katkıda bulunuyor. Her iki yurt binasının içinde de geniş yemek salonları bulunuyor, bu yıl Morse'daki salona öğrencileri çok mutlu eden bir de pizza fırını eklenmiş. Buradayken, öğrenci bir tanıdığınız varsa, onun kimlik kartı yardımıyla okulun yemeklerinin tadına bakabilirsiniz. Her iki binada da ortak çalışma, buluşma, toplantı alanları gibi alanların yanısıra, küçük bir tiyatro salonu, spor salonu, kütüphane ve ortak mutfak bulunuyor. Morse da bu salonların dışında bir kumaş dokuma odası ve müzik ve dans stüdyoları da bulunuyor. Kendilerine Morsel diyen Morse'lu öğrenciler yurtlarıyla gurur duyuyor.

Morse'un avlusundaki Lipstick heykeli de buradayken görülmesi gerekenlerden. Yale'li bir grup öğrencinin savaşı protesto etmek için Claes Oldenburg işbirliğiyle yaptıkları, tank üzerinden yükselen ruj heykeli 1969'da Beinecke Plaza'ya yerleştirilmiş ve daha sonra, 1974 yılında Morse'un avlusuna taşınmış.

Morse'un bahçesinde dinlenip, akşam yemeklerimizi yiyip, iki yaşındaki kızım Mina'yı da eğlendirdikten sonra -dekanın iki yaşlarında bir çocuğu varmış, bahçeye küçük bir park alanı kurmuş- Yale gezimizin son durağı olan Ingalls Rink'e doğru yola çıkıyoruz. Ingalls Rink isimli buz hokey pisti de yine ünlü mimar Eero Saarinen'e ait. Savaş sonrası modern mimarinin önemli örneklerinden biri olan bina, Amerikan Mimari Enstitüsünce 2007 yılında Amerika'nın en iyi mimari ürünlerinden biri olarak seçilmiş. 2009 yılında biten tadilattan sonra yeniden halka açılan pistin yenilenmesi 1.5 milyon dolara mal olmuş. Oldukça etkileyici bir yapı olan pist, dışardan bakınca bir balinayı andırıyor ve içinde 3500 koltuk barındırıyor.

Bonus: Gece'yi Yale'de geçirmek isteyenlere, The Study at Yale'i öneririm. Burada sadece günün yorgunluğunu atmıyorsunuz, gün boyu süren ve size estetik zevkler yaşatan Yale tecrübenizi bütünlüyorsunuz.